Yazar: 18:00 İnceleme, Kitap, Kitap İncelemesi, Roman

Hüznün Fiziği Kitap İncelemesi

  Hüzün…  Kalbin herhangi bir şekle ya da şemaile sığdıramadığı hislerden biri. Peki ya bu hissin bir fiziği olsaydı nasıl olurdu? Ya da hüznün fizikle bir bağı varsa ve biz bunu henüz keşfedemediysek? Kafamın içindeki soruların beni kapısına bıraktığı bir kitap ‘’Hüznün Fiziği’’. 1968 doğumlu Bulgar yazar Georgi Gospodınov tarafından kaleme alınmış. Kitap kaynağını yunan mitolojisinden gelen Minotordan almakta. Kitabın kapağında karşımıza çıkan da Picasso’nun 1958 yılında resmettiği ‘Minotorların Kralı’ resmi. Kitabı okumaya başladığınızda sizi karşılayan efsanevi ve fantastik öykülerin son sayfalara kadar size eşlik edeceğini zannediyorsunuz ama hiç de öyle olmuyor. Çünkü kitap hayli şaşırtıcı bir kurguya sahip. Hayat gibi çok katmanlı ve çok yönlü. Tek kelime ile ifade etmek gerekirse de tam bir labirent.– Labirent demişken bu sözcüğün kendisi ile özdeşleştiği ve eserlerinde de sık sık bu kavramı kullanan Borges’i anmadan da geçmeyelim. Mistik düşünce de ‘’Zaman’’ kavramını ifade eden labirent, Borges’in öykülerinde yaşamı anlatmak için kullanılır.–Bu labirent yapısındaki hücreleri ile ve sürpriz yerlerde karşınıza çıkacak öyküleri ile bir bodrum katı andırıyor diyebiliriz. Labirentte bazen size yazarın kendi adını verdiği Georgi eşlik ederken bazen de yalnız bırakılıyorsunuz ve ipin ucu size kalıyor. Zorlandığınız yerlerde kitabı kapatarak labirentten çıkma hakkına sahipsiniz. Ama o kadar ince işlenmiş bir labirentti ki çıkmak istemeyenlerin daha fazla olacağı kesin.


    Kitapta olaylar rasyonel bir çizgisel zamanda anlatılmıyor. Çünkü insanların hikâyelerine girebilen yazar bizi alıp hikâyenin yaşandığı zamana ve mekâna götürüyor. Dedesinin anılarının içine girdiğinde onunla ikinci dünya savaşına gidip hayatı orda irdelerken buluyoruz kendimizi; tam oraya alışmışken ülser tedavisi için mideye indirilen bir sülük oluyoruz ve onunla vücudun içinde yolculuğa çıkıyoruz. Bu zaman ve mekân kargaşasının karanlığını yaşarken, aslında bu karanlığın bize çok da yabancı olmadığını fark ediyoruz. Yazar verdiği bir röportajda ( Fiction Writer Rewiev’in gerçekleştirdiği söyleşi) eserindeki çok yönlülük ve çizgisel olmamanın nedenini bizatihi yaşamın da böyle olmasına bağlıyor. Çünkü hayat tasarlanmış, bütünlüğü olan bir şey değildir; karşınıza ne çıkacağı belli olmaz. Ve kitaplarının tuhaf yapısının bir diğer sebebi olarak da büyük bir toplumsal deneyimin, sosyalizmin ardından çıkmış olmasını gösteriyor. Sosyalizm döneminde Bulgaristan’daki pek çok insanın daha ucuz ve kolay bulunur olması sebebiyle bodrumlarda yaşadığını dillendiriyor. Kitaba baktığımızda da yer altındaki kiralık odalar, sokağa bakan pencerenizde gördüğünüz ayakkabılar, ayakkabılara göre insan uydurma oyunları, hayatı ayakkabılardan ibaret sanmalar bir bakıma bodrum hayatının getirileri.
  Kitabın ilerleyen sayfalarında yazar, zamanın tahribatına uğruyor ve empati yeteneğini kaybetmeye başlıyor. Bu durum anılara yolculuğunu kesintiye uğratınca yazar, çare olarak insanların öykülerini satın almaya başlıyor. Peki, her öykü satın alınabilecek bir yapıya sahip midir? Yazar burada da bir takım elemeler yapıyor. Mesela doğurduğu çocuğu para karşılığı satarak evde kendisini bekleyen dört çocuğuna baktığını anlatan kadının hikâyesini alıyor. Ve bu kadının, ‘’Doğurduğum hiçbir bebeğin yüzüne bakmadım; bakarsam veremezdim!’’ cümlesi satın alınacak hikâyenin acı çıtasını da okura yeterince gösteriyor.  Bunun yanında ihanet hikâyeleri de alıyor yazar, suç hikâyeleri de. Ve kişiler çıkıyor ortaya bir bir; zeytin tüccarı, yer altı meleğinin oğlu, taksici malamko.


    Kitap ilerledikçe, ’Hayatı not tutar gibi yaşamak.’’ fikri tam da yazara göre diye düşünüyorsunuz. Çünkü karşımıza listeler, koleksiyonlar çıkıyor. Acemi askerin birliğine girerken yanında getirmesi önerilen eşyalar listesi, yaşlılığın ve ölümün ilk işaretlerini yazmak için tutulan gizli bir defter, hüzün estiren ve hüznü savan şeyler listesi, bir öğleden sonra saat 3’te ıssız görünen şehirler listesi, kalıcı olmayan şeylerin listesi… Bu listeleri okuyunca, ‘’Hayatı nasıl kalemsiz ve kâğıtsız yaşamışım?’’ diye sormadan edemiyor insan. Ya da bunu hayata aşırı tutunma gayreti olarak da görebiliyor.


      Ve kitapta daha karşımıza çıkan nice şey; mezarlıktan öğrenilen harfler, ailelerin tutmaya çalıştıkları sırlar, aşı izi silindiği için farklı bir tür olarak algılanan insan, Alain Delon, Singer dikiş makinesi, Jimmy Carter, kıyamet sonrası insanlara mesaj göndermek için hazırlanmış zaman kapsülleri…   


  Peki, ‘’ Bunca şeyin içinde hüzün nerde?’’ diye soracak olursanız dokuz bölümden oluşan kitabın ilk bölümü olan hüznün ekmeğinin içinde olabilir, ya da zaman ve mekân boyunca hep bir yerlerde karşımıza çıkan  Minotor efsanesinde, satın alınmış öykülerde, tutulmuş listelerde, hiçbir şey kaybolmasın diye emek verilen kapsüllerde.  Ya da durun, kitapta altını çizdiğimiz satırlarda da olabilir.

‘’Aya üç buçuk yaşında, tükenmez kalemle portremi çiziyor. Bana onu uzatıyor, tekrar bana bakıyor, aklına bir şey geliyor ve kâğıdı hemen geri alıyor. Alnına şu çizgileri çizmeyi unutmuşum diyor.
Ve böylece yaşlanıyoruz.’’

‘’Kendi terk edilmişliğini bir köşede terk etmek isteyen birine benziyordum. Hüznünün kedilerini bırakabileceği, onların ev yolunu tekrar asla bulamayacağı uzak ve yabancı bir yer arayan birine benziyordum. Bir kediden kurtulmanın ne kadar zor olduğunu bilir misiniz?’’

‘’Bu mezarlığın en garip tarafı isimlerin tekrarlanmasıydı. Uzun süre kendi ismimin yazılı olduğu bir mezar taşının önünde durdum, biri onu sadece üç yıl kullandıktan sonra serbest bırakmıştı.’’



    Metis yayınlarından çıkmış, çevirisi Hasine Şen Karadeniz’e ait olan ‘’Hüznün Fiziği’’ hayli cesur bir kitap. Ve karanlık labirentinde onu hala okumamış olanları bekliyor.



Keyifli okumalar. 
 
Ayşenur Yalçın

Visited 101 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version