Saygıdeğer Sevim Burak’ın anısına ithafen
“Günahlar bitmek bilmiyor ve ben tükenmek üzereyim.”
Yanık Saraylar
İyiyiz böyle. Ne de olsa anahtarı bende. İsyan çıkarırlarsa gidip bir dolanıyorum. Ses etmezlerse bekliyorum.
Odalarının kapısındayım. Geçenlerde sinirlenip bütün perdeleri indirmiştim diye hatırlıyorum. Yok. Yanılmışım. Hepsi duruyor öylece. Tozlu, tüllü, güpürlü, yırtık, delik, çiçekli, desensiz perdelerim. Perdesiz hayallerim. Hangisine neyi takmıştım oturup düşünsem bulurum gibi geliyor ama İSTEMİYORUM.
Gelmişler yine, duyuyorum. Uzaktan kıkırdamaları geliyor. Kapının önünde dikiliyorum. Eşikte. Beni gördüklerini düşünüyorum. Görüp bana olmadık tuzaklar kurduklarını, aralarına alıp dalga geçeceklerini, anlamayacağım dillerde kelimeleri bir araya getirip cümleler kuruyor gibi dudak oynatacaklarını, sonra da en tizinde kahkahalarla dolanacaklarını biliyorum. Bunu daha önce de yaptılar, yaptırdım.
Bakışlarımın boşluğa düştüğü yerdeyim. Zihnim durmuyor, kuruyorum. Yüzlerini perdelerin arkasına sakladıklarını düşünüyorum. “Buraya saklanırsak yüzümüzdeki tanıdık hataları bulamayacak, kaybolacak.” dediklerini duyuyorum. Kafamdan. Bir tanesi elindeki sigara izmaritini tül perdenin eteklerine değdirip değdirip çekiyor. Oluşan her delikte gözleri küçülüyor. Gözleri çizgi oluyor, gülüyorlar. Komik mi? Değil. Biraz da acıklı haller eklensin istiyorum. VAZGEÇİYORUM. Gözlerine bakmadan odada kendime güvenli bir köşe arıyorum. Sandalyenin duvara yaslandığı yerde boyalar tamamen dökülmüş. Betonun içinden demirleri görür gibi oluyorum. Önce demirler kayboluyor sonra betonun eriyip ayaklarımın arasından aktığını görüyorum. YORULUYORUM. Bir otursam, kendimle kalabilsem…
Öne arkaya sallanmaktan usanmış bir sandalye, onun üstünde her salınımda duvarın aynı yerine vurmaktan keyif alan bir kız çocuğu düşünüyorum.
Bir önündeki tabağa bir bana bakıyor. Elimi sandalyenin korkuluğuna, duvarla çocuk arasına siper ediyorum. Gözbebeklerinin büyüdüğünü, gülümsemesinin karardığını görüyorum. Aklımdakileri biliyor. O yüzden kararıyor yüzü. Kupkuru gözyaşlarının o masayı ıslattığını anlatmaya çalışıyorum. Ağlamadan yüzüme bakıyor. Oysa ben ağlayacağına eminim. Elini tutanı yok. Halının üzerinde bulduğum cümleyi tabağın yanındaki peçeteye yazıyorum:
“Ağla ve rahatla.”
BEKLİYORUM. Bir ses ya da bir koku hiç yoktan bir gülümseme eksiklerimi tamamlayacak diye bekliyorum. Peçetedeki harfler birbirine girmiş. Ben böyle yazmamıştım demek istiyorum. Boynundaki anahtarlıkları sayıyor. Ona sayarken yardım etmek istemiyorum. Her anahtarda başa dönüyor, parmaklarına bakıyor. İkimiz de kızıyoruz. Anahtarlara ve sayılara. Önce dağılıyor sonra TOPARLANAMIYORUM. Omuzlarına bastırıyorum. Hareketsiz kalıp beni dinlesin istiyorum. Ağzı ve gözleri silinmeye başlıyor. Elimin altındakinin görünmez bir silgiyle yok oluşunu izliyorum. DURDURAMIYORUM.
Silgiyi
Gözyaşlarını
Sandalyenin duvara her çarpışındaki o sesi
Perdelerin arkasındakileri
Odaların kalabalığını
Durduramıyorum.
Odalara sokaktan geçenleri doldurmakta sakınca görmüyorum. Benim göremediğim şeylerin kokusunu alacaklarına inanıyorum. İçeriyi öksürük sesleriyle doldurmalarını istiyorum. Bu kadar sesin birbirine girdiği odada, sadece öksürenlerin sesini ayırt etmemin bir nedeni olmalı diye kurmaya başlıyorum. Öksürüğün sandalyedeki çocukla hiçbir ilgisi yok. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olması fikrine ALIŞAMIYORUM.
Öksürüklü kadınlardan adamlardan kurtulmak istiyorum. Birinin eline kocaman bir hurç veriyorum. “Koy,” diyorum. “Odanın tam ortasına koy.” Bunca ağır bir hurçla ne yapacağız der gibi bakıyorlar yüzüme, cevapları sadece ben verdiririm onlara. Bunu da bildiklerinden hurcun fermuarını sessizce açıyorlar.
Öksürüklü kadınlardan biri, hurcun içinden defterler çıkarıyor. Üzerleri karalanmış, hep yarım bırakılmış defterler. Eksikleri okunarak tamamlanacak olan sayfalar. Şimdilik kim okuyacak. Bilmiyorum. Kimse HİÇBİR ŞEYE karışmasın istiyorum. Sesim boğazıma seriliyor. Hurcun önünde bir dolu adamlar, kadınlar, içinde yalanlar, masallar. Sesim pencerelerin ardında kalıyor. Duyurmak istemediğimi ben biliyorum. Günahlarımı ezberlettim ama yine de GÜVENEMİYORUM onlara.
Sigara yanıklarıyla dolu perdenin arkasına geçiyorum. Konuşulanları dinlediğim anlaşılmasın istiyorum. “Ben yokmuşum gibi konuşun, rahat olun,” diye bağırasım var. Bağırsam ne olacak duyan yok. Perde bir havalanıyor bir iniyor. Pencereler kapalıyken içerideki rüzgâra bir neden arıyorum. Düdüklünün tıslaması, kapının zili, makinanın uyarısı, süpürgenin hışırtısı, ilacımın saati, ütünün elektriği, çamaşırın ipi, üzümün sapı, armutun çöpü, insanın hayırlısı, rüyanın hayırsızı üşüşüyorlar üstüme. Kapıları arıyorum. Bir oda olsun, sadece benim olsun, kapısı olan bir oda arıyorum. Tüm kapı kollarının kırıldığını biliyorum. Geçenlerde hepsini söküp çöpün kenarına koyduğumu hatırlıyorum.
Hepsi kendi halinde hurcun içine bakıyor. Hareket etmeden. Önlerine olur olmadık eşyalar çıksın istiyorum. Hatırlasınlar, ağlasınlar, dövüşsün, övünsün, yıkılsınlar istiyorum. Hareket etmeden öylece duruyorlar.
BENİ,
SUSTURMAK
İÇİN
GÖRMEZLİĞE
GELDİKLERİNİ
BİLİYORUM.
Yüzümü saklasa, gözlerimden kaçınsa, kalemlerimi kaldırıp atsalar da yine bana gelecekler. Bunu kimselere söylemeden pervasız cümlelerimin arasına GİZLENİYORUM. Öksüren adamlarla kadınların hurcun içine tıkıldığını kuruyorum. Onları, kim, oraya, neden tıktı?
Soruların hepsini bir kâğıda yazıyorum. Silmeden yazıyorum. Kâğıtlar bitiyor, perdelere dolanıyorum. Kapının girişinden duvarın kirişine kadar nefessiz cümleler çiziyorum. Çizdiğim cümlelerin sonuna mutlu sonlar yazıyorum. Çünkü mutlu sonların sadece filmlerde kaldığına inanmak istemiyorum. Odanın ortasındaki hurcu kaldırıyor, pencereden aşağıda sallandırıyorum. İçindekilerle beraber
Değişmiyor. Sonlar hiç değişmiyor.
Yine ben de yuvarlanıyorum.
Editör: Hatice Akalın
- Sensörlü Otomat - 18 Ağustos 2023
- Konversleri - 12 Ağustos 2023
- Bir Yaşanamayanlar Anlatısı: Keşke Yüzüme Baksanız - 2 Temmuz 2023