Yazar: 10:16 Deneme

Haberin Ötesinde Bir Yüz: Medyada Çocuk İhlali

Son zamanlarda medyada karşımıza çıkan haberler hepimizi derinden sarsıyor. Özellikle çocuklarla ilgili izlediğimiz haber içerikleri, toplumsal olarak bizleri hem üzüyor hem de düşündürüyor. Hiçbir düzenlemeye tabi tutulmadan, herhangi bir filtreleme sürecinden geçmeden, sansürsüz bir şekilde her şeye şahit oluyoruz. En kaygı verici durum ise medyada yer alan istismar mağduru çocukların kimlik bilgilerinin ifşa edilmesi ve bu çocukların izlenme ve tıklanma uğruna magazinleştirilerek adeta birer “içerik malzemesi” haline getirilmesidir. Bunun arkasındaki temel neden aslında çok net: Çocuk, toplumun en hassas noktasıdır. Medya bunu biliyor. Hangi duygularımızı nasıl tetikleyeceğini, bizi nasıl savunmasız hale getireceğini gayet iyi analiz ediyor. Üstelik bu durum, yalnızca bugüne ait değil. Tarih boyunca benzer örneklerle karşılaşmak mümkün.

Tarihin akışı içinde çocuk, toplum ve yasalar önünde çok çeşitli konumlarda yer almıştır. Ne yazık ki Antik Çağlarda çocuk bir meta olarak görülmüş, köle statüsünde alınıp satılmıştır. Orta Çağ’da ise çocuklar, “küçük yetişkin” olarak değerlendirilmiş, onlardan yetişkinlere özgü görevleri yerine getirmeleri beklenmiştir. Ancak Rönesans ve Reform hareketlerinin etkisiyle ortaya çıkan aydınlanma çağı, insan merkezli düşüncenin yaygınlaşmasına zemin hazırlamış, bu sayede çocukluğun yetişkinlikten ayrı ve kendine özgü bir biyolojik ve psikolojik evre olduğu kabul görmeye başlamıştır. Çocuklara yönelik hakların tanımlanması ve bu hakların yetişkinler tarafından korunması gerekliliği ise ancak 19. ve 20. yüzyıllarda gündeme gelebilmiştir.

Günümüzde medya bağlamında çocuk hakları konusunu değerlendirdiğimizde, bu alanda en önemli yasal belgelerden biri 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi’dir. Türkiye, bu sözleşmeyi 1990 yılında imzalamış, 1995 yılında ise Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 54 maddeden oluşan sözleşmenin temel ilkeleri; çocuğun yaşama ve gelişme hakkı, her türlü ayrımcılıktan korunma, çocuğun yüksek yararının gözetilmesi ve çocuğun görüşlerinin dikkate alınmasıdır.

Her ne kadar çocuk haklarının korunmasına yönelik çeşitli yasal düzenlemeler bulunsa da özellikle medyada çocukların temsili konusunda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Çocuk odaklı habercilik ilkeleri çoğu zaman ihmal edilmekte, medya çocukların özel statüsünü göz ardı eden bir yaklaşım benimsemektedir.

Medyanın temel işlevleri arasında bilgilendirme, kamuoyu oluşturma ve eğlendirme yer alır. Ancak bu işlevleri yerine getirirken medya organlarının hedef kitlesini doğru analiz etmesi gerekir. Zira medya; farklı yaşam tarzlarından, etnik kökenlerden ve yaş gruplarından oluşan geniş bir izleyici kitlesine hitap etmektedir. Bu nedenle çocukların medyada nasıl temsil edildikleri, toplumun onları algılama biçimini de doğrudan etkilemektedir. Medya, bu temsiliyet biçiminde sorumluluk sahibi olmalıdır. Çocukları yalnızca suç, kurban ya da hastalık hikâyeleriyle sınırlı tutmamalıdır.

Çocuklar, oy hakkına sahip olmamaları, kendilerini yasal düzlemde savunamamaları gibi nedenlerle karar alma süreçlerinde yeterince temsil edilmemektedir. Ancak demokratik yönetim biçimlerinde çocuklar da yurttaş kabul edilir. Bu bağlamda onların da söz hakkı olması gerekir. Oysaki dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini çocuklar oluşturmasına rağmen, medyada yeterince sesleri duyulmamaktadır. Dahası, medyada çocuklar çoğunlukla acı olaylarla ilişkilendirilmektedir. Onların yaşam hikâyelerine ya da başarılarına dair haberler neredeyse yok denecek kadar azdır.

Özellikle son dönemlerde medya içeriklerinde artan şiddet haberleri, çocukları doğrudan etkilemektedir. Akranlarının ölüm, kaza, istismar gibi haberlerde sık sık yer aldığını gören çocuklar, dünyayı korkutucu ve güvensiz bir yer olarak algılamaktadır. Bu olumsuz algının temel nedeni, medyanın “gündem yaratma” adı altında izlenme ve tıklanma uğruna yaptığı sansasyonel haber üretimidir.

Oysa bizlere öğretilen gazetecilik ilkeleri arasında en önemli olan, vicdan sahibi olmaktır. Hocalarımızın da sık sık hatırlattığı gibi bu mesleği icra edeceksek her şeyden önce vicdanlı olmalıyız. Ne yazık ki günümüz koşullarında vicdan, çoğu zaman göz ardı edilen bir değer haline geldi. Bu durumun en hassas yüzü çocuklar söz konusu olduğunda daha da belirginleşiyor.

Örneğin, 6 Şubat depreminde enkazdan sağ kurtarılan küçük bir çocuğun yüzü, kimliği ve ailesi medya aracılığıyla tüm ülkeye servis edildi. Biz onun en savunmasız haline tanık olduk. Peki, o çocuk büyüdüğünde bu görüntülerle yüzleşmek ister mi? Aynı şekilde, bu görüntüler sosyal medya kullanıcıları tarafından defalarca paylaşıldı ve o çocuk ile ailesi, defalarca yeniden mağdur edildi. Benzer bir örnek de Van depreminde yaşandı. Enkazdan çıkmaya çalışan yaşlı bir kadın, başı açık olduğu için kameralardan saçlarını gizlemeye çalışıyordu. İnsanların inançlarına, değerlerine ve mahremiyetlerine saygı duymamız gerektiğini bu örnekler bize açıkça gösteriyor.

Bu bağlamda çocuklar, hem medyada temsil hem de haklarının korunması açısından dezavantajlı bir grubu oluşturmaktadır. Larry Grossberg’in ifadesiyle, “Çocuklar kitleler içindeki en sessiz nüfustur.” Gazetecilerin çocukları konuşturmakta, onların hikâyelerini yazmakta isteksiz davranmaları bu sessizliğin en büyük nedenlerinden biridir.


Sonuç olarak:

  • Çocukları ilgilendiren konularda yazı yazarken azami derecede hassasiyet gösterilmeli, olası zararların önüne geçilmelidir.

  • Çocukların teşhirinden ve görsel olarak sunulmasından, zarar görecekleri durumlarda mutlaka kaçınılmalıdır.

  • Çocuklar sansasyonel içeriklerde birer malzeme olarak kullanılmamalıdır.

  • Çocuk adına konuşan veya çocukların çıkarlarını koruduğunu iddia eden kurumların doğruluğu mutlaka teyit edilmelidir.

  • Çocuğa ait görüntülerin elde edilmesi sürecinde açık ve adil olunmalı hem çocuğun hem de sorumlu kişinin rızası alınmalıdır.

Latest posts by Fatoş Bat (see all)
Visited 6 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version