Yazar: 21:05 Film İncelemesi, İnceleme, Sinema

Gişe Memurunun Düşleri – Gişe Memuru Film İncelemesi

 Senarist – Yönetmen : Tolga Karaçelik 

   Oyuncular: Serkan Ercan, Zafer Diper, Nergis Öztürk, Sermet Yeşil  

   Yapım Yılı: 2010 

   Ödülleri: 

   47.  Antalya Altın Portakal Film Festivali 

   En İyi İlk Film Tolga Karaçelik 

   En İyi Görüntü Yönetmeni Ercan Özkan  

   En İyi Erkek Oyuncu Serkan Ercan  

Çok zor zamanları adımlıyor tüm dünya. Ayarlarımız kaçmış, ellerimiz kirlenmiş, kafamız dağınık… Yol boyu gittiğimiz sokaklarda karşılaştığımız onlarca bozuk hal, bünyemizin en hassas yerinde toplanıp, çantamıza anti depresan olarak giriyor. Tüm dünyadaki korkunç gerçeği kısaca böylece özetleyebiliriz. Bu özet yaşam faktörlerimizin hepsine nüfuz ediyor; mesela sinema, edebiyat, müzik. Bu bandın içini bir filmle doldurmak istedim bu hafta. Tolga Karaçelik’in ilk uzun metraj filmi “Gişe Memuru” yaşadığımız zamanların nevrotik fotoğraflarına güzel bir örnektir. Yaşadığımız dönemin birçok penceresi bizim çocukluk travmalarımıza açılıyor. Tıpkı Kenan (Serkan Ercan) gibi. Sevmeyerek çalıştığı işi, küçük bir kulübede egzoz dumanı ile geçen günü, işten eve, evden işe gidip gelirken içinde büyüyen çocukluğu ile Kenan sıklıkla karşılaştığımız karakterlerden biri. İş arkadaşlarına karşı mesafeli duruşu, insanların sohbetlerinin ona sıkıcı gelmesi, hayatının sınırlarının olması Kenan’ın enerjisizliğini izletiyor bize. Bu konuda detaya inmek gerekirse Kenan’ın babasını mercek altına almak lazım. Bunu da babasının cümlesini dış ses olarak duyduğumuz bir sahne ile belirginleştirebiliriz. 

“Ulan bir tane siktiri boktan işin var zaten, ona da geç kaldın. Yapman gereken tek şey zamanında orada olmak, geri zekâlı herif… İşine git orada uyu. Alt tarafı oturuyorsun orada, bütün gün olduğun yerde, devletin parasını yiyorsun beceriksiz herif. Ne demek geç kaldım.” 

Bu replik Kenan’ın aile kavramının travmatik resmi gibidir. Bozulmuş toplum, insan ilişkilerindeki dengesizlik –aşırı iç içe olmak ya da aşırı sınır koymak– yaşam kalitesizliği, finansal yetersizlikler ve çocukluk travmamızı canlandıran önemli noktaları Kenan’da görüyoruz. Sinematografik anlamda Tolga Karaçelik karakterin boğulan tarafını bize mükemmel hissettiriyor. Özdeşim kurduğumuz karakter Kenan ise eğer, tam da olması gereken şeyi hissediyoruz, boğuluyoruz. Nefes alamıyoruz, kaybediyoruz, parçalanıyoruz… Kenan kendi durumunun farkında olmasına rağmen, beslendiği taraf aslında boğulduğu taraf.  Hepimiz boğuluyoruz ve boğulduğumuz yerden üretiyoruz. Burada Kenan’ın kurtuluşu sevimli, güzel, enerjik bir kadın gibi imgelense de kurtuluş üretimde!  

Kenan’ın depresyon hali, annesinin ölümü ile özdeşleştirilse de sorun baba ile anne arasında kalmış bir çocukluk. Babasına sürekli evden taşınmayı teklif eden Kenan, bu teklifle babasının anılarından annesini ayırmak istiyor. Baba karakterini canlandıran Zafer Diper etkili oyunculuğu ile çıkıyor karşımıza.  Özellikle evdeki planların içinde, tırnakları ile koltuk kenarını kazıması, izleyiciyi rahatsız etmesi ve vurgusunu yükseltmesi oldukça etkileyici. Aynı zamanda baba ile Kenan arasındaki iktidar mücadelesini açık seçik görüyoruz ki bunu Kenan en yakın arkadaşı Artun’a (Sermet Yeşil) anlattığı minicik bir diyalog ile izleyicinin aklına kazıyor, Çocukluğumdan beri hiç değişmedi. Önce bir şeyi “yap” der, sonra gider kendi yapar.  

Kenan, babasının ona olan yaklaşımlarından dolayı kendini beceriksiz bir adam olarak görür. Üzerine yapışmış bu lekeyi de babasının antika arabasını gizli gizli tamir etmeye çalışarak silmeye çalışır. Babanın ondan habersiz arabayı satması Kenan’da duygu bozukluğunun dozajını artırır. Bu da çocuk yaşta sorumluluk duygusu, değer, güven, özgüven, ailenin çocuğa verdiği değer gibi kavramaları izleyiciye sorgulatır.  

Kenan’ın gişe memuru olması, karakterin geçmişine yaklaşımımız açısından önemli unsurların başında geliyor. Bilet al, bilet ver durumunda karşılaştığı yüzlerin değişkenliği Kenan’ın dünyasını her ne kadar zenginleştirse de kabuslarına konu oluyor. Kabusların temelinde babasının annesini nasıl mutsuz ettiğinden tutun da annesinin ölümünden sonra değişen hayatına kadar uzanan bir silsile var. Bu da Kenan’ın hayatını içinden çıkılmaz bir karmaşaya itiyor. Kenan kuş uçmaz kervan geçmez bir yer olan Afar’a tayin oluyor.  Tayin olma sebebi ise kabuslarla hayatın birbirine karışması. Bu karışım Kenan’ı kendi kendine konuşan, kavgacı, agresif bir adama dönüştürüyor. Kenan’ın Afar’a tayin olması filmin başındaki metaforları nesnel ve somut bir hikâyeye dönüştürüyor. Filmin içindeki meteor hikayesini de gözden kaçırmamak lazım; çünkü Kenan ve çevresindeki her insanın rutinine dönüşen bu hikâye toplum içinde bir infial yaratmıyor, aksine rutine dönüşüyor. Filmin içindeki planlar hayatımıza, rutinimize, normalimize işaret eden planlar gibi. Filmin başında karşımıza çıkan Nurgül (Nergis Öztürk) karakteri Kenan’ın hasta ve yaşlı babasına günlük hayatında refakat eder. Kenan’ın babası – Hakkı – Nurgül’ü beğenmekte ve oğlunun da onu beğenmesini hatta onunla evlenmesini istemektedir. Bunu da yine kendi yöntemleri ile yapar. Emrivaki, aşağılayıcı ve Kenan’ın hayatta ne kadar yalnız olduğunu vurgulayarak. Kenan ise babasının iktidar mücadelesine genel olarak karşı durmaya çalıştığından Nurgül’e istemese de mesafeli davranır. Kenan filmin kadınlarına hayal dünyasındaki karmaşa ile yaklaşır. Nurgül’e olan mesafesi ile Afar’da antika arabasıyla arzıendam eden gizemli kadına (Nur Fettahoğlu) olan aşkı bu karmaşanın sonucudur. Kenan bu gizemli kadına âşık olur, ona kendini anlatmayı dener, güler, espri yapar ama bunlar rüyalarındadır ve Kenan bu çizgiyi aştığını fark etmez. Gerçekle rüya arasında görünmez bir çizgi vardır Kenan için. Hayal ile gerçeğin bu kadar gerçekçi ve samimi anlatımı Türk sinema tarihinde bu filmi başka bir yere koyuyor. Çünkü yaşantımızın sıkıcılığından tek kurtuluşumuz düşlerimiz.  

Tolga Karaçelik’in ilk uzun metraj filmi sinemamızda pek de görülmemiş olan Fantastik-Drama örneği olarak oldukça başarılı. Elbette bunda Kenan karakterine değer katan Serkan Ercan’ın devleşen oyunculuğuna da vurgu yapmak gerekir. Oyuncu makineleşen dünyada yaşadıklarımızı, duygularımızın karmaşasını, çocukluğumuzun yaralarını mükemmel bir performansla bize aktarıyor. Söylemek istediği lafı dolandırmadan söyleyen nadide filmlerden “Gişe Memuru” 

Visited 140 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version