Yazar: 22:00 İnceleme, Kültür, Makale

Giorgione “Uyuyan Venüs”

Tam adı, Giorgio Barbarelli da Castelfranco olan, Yüksek Rönesans akımına yön veren İtalyan ressam, Treviso yakınlarındaki Castelfranco Veneto’da doğmuştur. Hayatı ile ilgili çok az bilgi vardır. Tiziano ile birlikte Giovanni Bellini’nin atölyesinden yetiştiği sanılmaktadır. Bugün kesin olarak ona mal edilen sadece altı tablo bulunmasına rağmen Giorgione, erişilmez şiirsellikteki eserleriyle bilinir. Resimlerindeki anlam ve kimlik belirsizliği sanatına gizem katmış ve onu döneminin en önemli ressamlarından biri yapmıştır. Giovanni Bellini’nin klasik dini konulu eserlerinin aksine seçtiği konular ve onu işleyiş tarzı bakımından kendisinden sonra gelecek olan Venedik’li ressamlara örnek olmuştur.

O, yeni bir tekniği, yeni bir üslubu ve yeni tür bir resmi tanıtmıştı. Venedik’in yeni yağlıboya ve (Çukur Ülkelerde kullanılan sert reçine değil de) esnek reçine ile karıştırılan pigmentlerle (pano yerine) tuval üzerine resim yapma tekniğinin ışıklı etkilerinden ilk defa istifade eden sanatçılardan biriydi. Zengin pırıltılı ve kalın, zevkli renklerle, büyük bir özgürlük içinde fırça vuruşları artık mümkündü. Vasari’nin kaydettiğine göre, Floransalıların aksine Giorgione, kağıt veya tuval üzerine ayrıntılı eskizler yapmamaktaydı. Tuval üzerine ana renklerle kabaca bir kompozisyon çizmekle başlıyor ve ilerledikçe renk tonlamalarıyla biçimleri tanımlayarak değişikliklere gidiyordu. [1] Bununla birlikte figür ile manzarayı belirli bir amaç olmadan bir arada kullanan ilk İtalyan ressamlardan olması bakımından da önemlidir. “Fırtına” isimli eseriyse Batı Sanat Tarihi’nde ilk peyzaj resimlerinden biri olarak anılmaktadır.  Giorgione bu eseriyle Rönesans’ın bilindik dengeli kompozisyonunu yumuşatarak, ışık-gölge ve renk aracılığıyla farklı bir atmosfer yaratmıştır. Bu eserde neyi tasvir etiği hala tam olarak bilinmemektedir. Gombrich sanatın öyküsü kitabında şöyle diyor;

“Belki bir gün bu tabloda anlatılan konunun ne olduğu ortaya çıkacak. Belki şöyle bir öyküyle karşı karşıyayız; Resimde görülen kadın geleceğin bir kahramanının annesi. Çocuğuyla birlikte kentten kovulmuş, ormana sığınmış ve burada genç, iyi yürekli bir çoban tarafından bulunmuş. Bu resmi bu kadar önemli yapan konusu değil kuşkusuz. Figürlerin özel bir dikkatle çizilmesine ve kompozisyonun bir hayli basit olmasına karşın, resim sadece her yere nüfuz etmiş ışık ve hava sayesinde kaynaşıp bir bütün oluşturuyor. Bu ışık fırtınanın tuhaf ışığıdır.”[2]

Giorgione, dönemindeki diğer ressamlar gibi önce figürleri ve nesneleri çizip ardından onları bir mekana yerleştirmemektedir. Doğayı, figürleri bir bütün olarak ele almaktadır. Bu perspektifin keşfi ölçüsünde önemli bir adım olarak görülmektedir. Giorgione geliştirdiği bu yöntemin getirilerini göremeden genç yaşta vefat etmiştir, sonrasında aynı geleneği Tiziano devam ettirmiştir.

Venedik Ekolü

Ortaçağ’ın sonlarından itibaren artan nüfus ile birlikte Milano, Floransa, Napoli ve Venedik gibi İtalyan kentleri ekonomik gelişmelere paralel olarak siyasal alanda da güçlenmeyi sürdürmüştür. Bu kent devletleri Kuzey İtalya’daki merkezi gücün zayıflığından yararlanarak, resmi olarak bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Batı Avrupa, siyasi çözülmelerden ve feodal kargaşalardan sonra, monarşik gücünü yeniden arttırmaya başlamış bu güçlenişe paralel olarak, Avrupa kıtasının sınırlarını aşmamış olan ticaret, dünyanın en uzak köşelerine yayılmıştır.[3]

15. yüzyılda kara ticaret yollarına hakim olmak isteyen Venedik, bu yönde bir politika izlemiştir. Verona ve Padua gibi önemli merkezlerin alınmasıyla birlikte Rönesans’ın etkisine giren Venedik’te köklü bir kültürel değişim meydana gelmiştir.

Bağımsız ve verimli bir kent olan Floransa, Milano ve Venedik’ten sonra İtalya’da en büyük üçüncü kenttir ancak bağımsızlığı, giderek güçlenen Milano tarafından tehdit edilmektedir. 1401 yılında Milano ordusu Floransa’yı kuşatma altına almıştır. Milanolu liderlerin ölmesi üzerine kent, hemen hemen mutlak bir yenilgiden kurtulmuştur. [4] Bu durum nedeniyle sanatsal hamilikler doğmuş, kentin eski saygınlığını kazandıracak imgeler oluşturulmuştur.

16. yüzyıl Venedik Okulu eserleri, İtalya’da ki diğer okulların ve Kuzey Avrupa Rönesans’ının tarzından farklı bir şekilde gelişme göstermiştir. Bu farkların sebebi kentin konumuyla ilişkilendirilebilir. Bunlardan ilki, şehrin bir liman kenti olmasından ötürü diğer ülkeler ile olan ilişkileri yönündedir. Diğer ise, açık denize açılan pek çok kanalın kenti sarmış olmasıdır. Kanallar, deniz gökyüzü, nesneler üzerinden yansıyan gün ışığının etkileriyle birleşerek rengin ön plana çıkmasında ve atmosferik etkilerin artmasında rol oynamıştır. Işığa olan ilgi ve gün ışığının sudaki kırılmalarıyla doğada yansıması, resimlerin atmosferinde de büyülü bir hava yaratır.[5]

Venedik sanatı kendine has hamilik şekli ile bağımsız bir yol izlemekteydi. Bu dönemdeki ressamların renk üzerine yoğunlaştıkları görülmektedir. Resimler anlatımcı değil daha çok şiirseldir. Bu anlayış Giovanni Bellini de ortaya çıkar, ardından Giorgione ve Tiziano tarafından devam ettirilir.

Genova doğumlu Alberti’nin 1436’da basılan Resim Üzerine adlı kitabı oran ve perspektif bağlamında Venedikli ressamlara yol gösterici olur ve resim sanatında köklü dönüşümler meydana getirir. Erken örnekler dinsel konunun düzlem üzerine yansıtılmasından başka bir şey değilken, artık perspektif teknikleriyle resim düzleminde mekanlar yaratılır; derinlik vurgulanır. Perspektifin getirdiği canlılık mekana ve nesnelere yeni bir gerçeklik anlayışı verir. [6]

Uyuyan Venüs

Vadide uzanınca insan görüp yaşıyor

Gelinlik kız gibi toprak kanla taşıyor;

Bir elin kaldırdığı geniş göğüslerinden

Akıyor tanrısal aşk,akıyor kadınsal ten,

Köpürmüş besi suyu, ışıklar var içinde,

Nice  can hücreleri kaynaşıyor içinde!

Ey Doğa’nın Anası!

-Ey Venüs, ey Tanrıça!

Arthur Rimbaud

Mitolojik konulu çalışmalarda doğa büyük bir yer kaplamaktadır. Manzara içindeki Antik dönemin özelliklerini yansıtan figürler konunun ön plana çıkmasını da sağlamaktadır. Venüs konusu çağlar boyunca değişen toplumsal, kültürel hayat içinde Batı kültüründe hep var olmuştur ve hep ideal insan anlayışına paralel olarak şekillenmiştir. Güzellik ve aşk tanrıçası olan Venüs ya da Afrodit’in doğuşu üzerine iki efsane vardır. Hesiodos, bu tanrıçanın denizin köpüklü dalgalarından doğduğunu söylerken, Homeros tanrıçanın Zeus ile Okenos kızı Dione’ den doğduğunu söyler. Homeros ve pek çok şair Venüs’ü altın, işveli, cilveli, gönül alıcı, gibi sıfatlarla nitelerler. [7] Hesiodos Theogonia’sında  Afrodit’i (Venüs) şöyle betimlemektedir;

Ak köpükler çıkıyordu Tanrısal uzuvdan

Bir kız türeyiverdi bu ak köpükten

Önce kutsal Kythera’ya uğradı bu kız

Oradan da denizle çevrili Kıbrıs’a gitti

Orda karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça

Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu

Narin ayaklarının bastığı yerden

Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar

Bir köpükten doğmuş olduğu için”[8]

Venüs imgesi çıplaklığı kabul edilir kılarken güzelliğin de sembolü olarak nitelendirilmektedir.

Giorgione bu resmi hayatının son dönemlerinde yapmıştır. Hatta arkadaki manzaranın Tiziano tarafından yapıldığı söylenmektedir. Heinrich Wölfflin, Giorigone’nin güzelliği çizgide aramış olduğunu dile getirmektedir. Çizgisel  görmenin tanımını da bu şekilde yapmaktadır; anlamın ve güzelliğin önce konturda aranması. Bu anlamda Uyuyan Venüs’ü iyi bir çizgisel eser olarak tanımlamaktadır.  

Geometrik olarak yatay hareketlerin sıralandığı resimde sanatçı, o dönemde çok az kullanılan gümüşümsü renkte bir örtü kullanmıştır. Bu kumaş ilk hareketi oluşturmaktadır ve ardından Venüs’ü görmekteyiz. Önde bulunan açık alanlar, arkadaki bulutlarla ilişki kurar ve birbirlerinin tersi yönde bir hareket barındırırlar. Figürün sağ üst kısmında bulunan birbirini takip eden doğa öğeleri, sakin bir biçimsellikle resmedilmiştir. Manzaranın bu kıvrımları da Venüs’ün vücudu ile uyum göstermektedir ve figürü arkadaki manzaraya bağlamaktadır. Bu durum Venüs’ün arkadaki manzaranın bir parçası olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Figürün sol tarafında bulunan koyu bölge resmin en sert bölümüdür. Bu koyu blok, dikey bir formda uzanırken doğa ile figürü birbirinden ayırmaktadır. Bu ayrılış aynı zamanda doğayla bağ kurmayı da sağlamaktadır.

Sağ kolunu başının altına koymuş şekilde uyuyan Venüs, muhtemelen rüya görmekte ve başka bir dünyaya transfer olmaktadır, tıpkı Poliphilus gibi. Hümanist Aldus Manutius’un (1449-1515) 1499’da Venedik’te yayımlanan Hypnerotomaciha Poliphili (Poliphilus’un Rüyası) adlı eserinde tarif edildiğine göre, Poliphilus bir “nymphe” eşliğinde, rüyasında hayali bir pastoral dünyaya gider. Giorgione’nin yapıtı, bu klasik idilin hatırlatılması olarak yorumlanır. [9]

Uyuyan Venüs’ü şair, Kardinal Pietro Pembo’ya (1470-1547) yakınlığı ile bilinen Girolamo Marcello’nun 9 Ekim 1507’de Morosina Pisani ile yaptığı evlilik nedeniyle sipariş ettiği bilinmektedir. Çıplak kadın figürleri İtalyanca “cassone” adı verilen evlilik hediyeleri çeyiz sandıklarına yapılmaktadır. Yatak odalarını süsleyen bu sandıklara çizilmiş kadın figürler Giorgione ile kamusal alana çıkmıştır.

Giorgione zamanının güzellik anlayışı ile doğanın güzelliğini birleştirmiş ve şiirsel bir üslup yakalamıştır. Venedik Ekol’ünün bu şiirsel üslubunu ve Venedik ikonografisine özgü Venüs imgesinin bir örneğini oluşturduğunu göz önünde bulundurursak kendi dönemi içindeki görsel ideolojiye de uyum gösterdiğini söyleyebiliriz. Venüs’ü saf bir ifadeyle tasvir etmesi güzelliğin bir olumlaması şeklindedir.  Figürün, doğayla bir bütün olarak sunulması onun tamamen ait olduğu yerde bulunduğu izlenimini vermektedir. Venüs’ün önceki tasvirlerinde göksellik ya da şehvet içeren bir dünyevilik içermesine karşı bu resimde, doğanın bir parçasıymış gibi tasvir edilmesi ve aynı zamanda figürün gözlerinin kapalı olması izlendiğinin farkında olmaması onu masumiyete yakınlaştırmaktadır. Bu tarz bir tasvir de güzelliğin doğa ile olan ilişkisi anlamında somutlanmasıdır.


[1] John Fleming, Hugh Honour, Dünya Sanat Tarihi,  çev. Hakan Abacı, Alfa Yayınları, 2016, İstanbul, s.488

[2] E.H. Gombrich, Sanatın Öyküsü, çev. Erol Erduran, Ömer Erduran, Remzi Kitabevi, 2002, İstanbul, s. 329

[3] Seda Ağırbaş Rönesans Dönemi İtalyan Resminde Doğa- Figür İlişkisi,  Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Batı Sanatı ve Çağdaş Sanat Anabilim Dalı, 2012, İzmir s.17

[4] A.g.e., s.22

[5] Nilüfer Şen,  İklim ve Sanat Bağlamında İklimin Rönesans Resim Sanatına Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Sanat Tarihi Programı, 2017, İstanbul, s. 54

[6] Nilüfer Öndin, Rönesans Düşüncesi ve Resim Sanatı, Hayalperest Yayınları, 2016, İstanbul, s. 237

[7] İsmail Tetikçi, Gelenekten Günümüze Aktarımlar “Venüs”, Yıldız Journal of Art And Design, S. 2. 2015, s. 41-50, s.42,  dergipark.ulakbim.gov.tr/yjad/article/view/5000153310

[8] Nilüfer Öndin, a.g.e., s. 210

[9] Nilüfer Öndin, a.g.e., s. 268

Visited 92 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version