Fiko’yu öldürdüm. Şok etkisini uzun süre üzerimden atamadım. Neyse ki evde yalnız olacağım en az iki saat daha vardı. Rahatladım. Sandalyeme düşmek suretiyle oturdum. Bir çözüm bulmaya çalışıyordum; fakat serçe parmağıma doğru süzülen kan dikkatimi dağıtıyordu. Kanın parmağıma doğru akışını izlerken gözüm modemin yanıp sönen ışığına takıldı, hemen bilgisayarımı kucağıma alıp üçüncü sayfa haberlerini okumaya başladım. Şok etkisi geçiyordu. -insanlar neler neler yapmış!
Ellerimi temizleyip odanın kapısını kilitleyip markete çıktım. Şüphe yaratmak korkusuyla çöp poşetinin yanında iki tane de bira aldım. Eve döndüğümde yorucu bir iş beni bekliyordu, yorgunluk birası olmuş olur diye düşündüm. Kimse kafasını kaldırıp bana bakmıyordu bile. Boşa korkuyordum. Katil olmuştum ve hala kimsenin umurunda bile değildim! Evdeyim. Cesedi kaldırdım. Poşet yeterince büyük. Üstüne iki poşet daha geçirdim. Arkamda iz olarak kan damlaları bırakmak istemiyorum. Bavulum da yeterince büyük. Odamın böyle temizlik görmesi için bir ölüm görmesi gerekiyormuş. Buna biraz üzüldüm. Aslında temizlemesem de odama girip görecek kimse yok ama yine de kan gönlünün içinde uyuyacak kadar çıldırmadım sanırım henüz.
Büyük travmaların patlaması küçük nesnelere oluyor. Fiko’nun tabağı hala dolu. En azından yemeğini yeseymiş diye geçiyor içimden tüylerim ürperirken. Ah Fiko, canım Fiko tüm ömrümün intikamını senden mi aldım ben? Tabağımda yarım kalan tüm yemeklerimin intikamını niye senden aldım? Özür dilerim Fiko, özür dilerim. Benim tek hatam doğmaktı, senin tek hatan benim yanımda olmaktı.
Can bedenden çıkınca beden ağırlaşıyor sanırım. Neyse ki babam -bana bir babam olduğunu hatırlatmak için- bir araba almıştı. Yoldayım; ama kampüsten başka bir yer bilmiyorum ki, nereye gideceğim? Birden Çiğdem geldi aklıma. Yazılarının en sağlam takipçisi olmaktan öte bir yakınlık kuramadığım büyük aşkım Çiğdem. Ah Çiğdem! ‘Eğer yola çıkabildiysen, gidecek bir yerler mutlaka vardır.’ yazmıştı bir denemesinde. Çiğdem yalan söylemez! Mutlaka gidecek bir yer vardır. İnip bir sigara içmek için arabayı durdurduğumda fark ediyorum, Çiğdem haklı çıkıyor. Bu boş araziden daha uygun bir yer olamaz benim için. Fiko’yu gömüyorum. Ağlıyorum. Onu seviyordum. Bunu o da biliyordu. O da beni seviyordu, ben de bunu biliyordum.
Beni bir tek o seviyor diye öldürdüm onu.
– Hayırdır genç, ne baktın akşam akşam?
– Bir şey bakmadım abi, sigara içmeye indim.
– Sigara molası mı veriyorsun araba kullanırken?
– Babam arabada içince anlıyor abi.
– Ahhh, gençlik… Ben de böyleydim zamanında, kanımız deli akıyordu tabi. Neyse seni de tuttum insan bütün gün bu koca arazinin başında bekçilik yapınca sıkılıyor.
– Yok abi ne demek, estağfurullah. Haydi kolay gele…
En az benim kadar yalnız bir adamdı bekçi, bu kadar yalnız olan insanlar, en alakasız yerlerde gördüklerinden bile şüphelenmezler. O da benden hiç şüphelenmemişti muhtemelen. Rahattım. Arabaya bindiğimle tuttum evin yolunu. Birden içim ürperdi. Gittiğimde Murat gelmiş olacaktı ve Fiko’yu soracaktı. Buna hazırlayacak bir senaryom yoktu, akışına bırakacaktım. Bir yerde okumuştum, son anda söylenen yalanlar hep önceden hazırlanmış yalanlardan daha inandırıcı olurmuş. Henüz bu paradokstan kurtulamamışken arabanın önüne biri atladı. Murat! Gene bir kadını tutmuş elinden adeta sürüklenerek arabaya bindiler.
– Hayırdır lan? Çapkınlığa mı çıktın?
– Şöyle bir dolaşayım dedim. (Acaba Fiko’yla tecrübe kazanmışken Murat’ı da mı öldürsem?)
– Biz de Seda’yla taksi parasını bile içkiye verdik eve nasıl döneceğimizi düşünüyorduk, Hızır gibi adamsın lan.
Eve girdik. Murat’ın Seda’yla bu gece tanıştığına eminim. Yazık olacak. Sevimliymiş de. Yarın tüm okulun ağzında olacağından haberi yok pek tabii. Lan Murat! Nasıl oluyor da hiç yalnız kalmıyorsun. Onlar kahkahalarla Murat’ın odasına giderken ben de eşikte kalakalmışım kafamda bu düşüncelerle. Murat bir an duraksayıp bana döndü aniden, ‘Siktir! Gene mi sesli düşündüm lan’ diye geçirdim içimden; fakat hiç mimik vermeden Murat’a bakmaya devam ettim.
– Fiko nerde lan?
– Yukarda. Uyuyor. Hasta gibiydi bugün. Hiç kalkmadı neredeyse.
– Epeydir ihmal ettik, yarın Seğmenlere götürelim ne dersin?
– Haklısın, olur götürelim.
Odamda Fiko’nun ölümüne dair tek bir kanıt bırakmamışım, gerçekten temiz çalışmışım; ama Fiko yaşıyordu işte, Murat onu ihmal ettiğini düşünüp üzülmüştü, onunla bir şeyler yapmak istemişti. Ölü olan bendim. Nefes almak yaşamak demek değildi, Fiko nefes almıyordu; ama yaşıyordu. Ben, bense nefes alıyor; ama yaşamıyordum. Bu sabah köpeğimi değil, kendimi öldürmeliydim.