Ramazan davulcusu geçiyor caddeden. Vuruyor da vuruyor tokmağı! Hafızamı zorlar gibi. “Hatırla!” der gibi. Osman gideli yedi sene oldu. Araba kazası, kafasını asfalta çarpmış. Ben hastaydım aslında ama o öldü. Yalnızım bu gece yarısında. Huzurlu sığınağımdayım. Sadece birilerinin var olduğunu hissettiğim şu uzaklaşan davul sesi var kulaklarımda.
Hava ısınmıyor. Kaloriferleri az yakıyor kapıcı, kemiklerim donuyor. Boşuna mı veriyorum o kadar aidatı? Nefes almaya balkona çıkıyorum arada. Mart kapıdan baktırırmış. Kapıdan bakmaya da korkar oldum. Varsa yoksa iki güvercinin geldiği televizyon odasının penceresi işte. O güvercinlerden biri Osman biliyorum. İyi miyim diye gelip bakıyor. Ekmek kırıntıları veriyorum onlara. İyice alıştılar. Keklerime de bayılıyorlar. Ay şeker hastası yapacağım ufacık kuşları. Olsun, yesinler. Alışsınlar bana. Arkadaş olsunlar. Onlar da gitmesinler ne olur.
Market alışverişlerine çıkabiliyordum birkaç hafta öncesine kadar. Kısa bir yürüyüş oluyordu benim için. Bacak kaslarım kuvvetleniyordu. Önce sağ ayağımı kırmıştım. Bir sene sonra iki kolumu birden. Bir de pazar arabasına sıkıştı ayağım, düştüm. Yılların müdire hanımı. Ne oldu sana ha? Yakıştıramıyorum kendime bir türlü. Aciz olamam ben diye.
Sokağı, pazarı böyle böyle azalttım işte. Hep evdeyim artık. Dışarıya düşkün bir kadın hiç olmadım ki zaten. Salı günleri pazara mutlaka çıkardım mesela. Pazar mı kaldı artık? Ramazan ayı başladı da nerde o kalabalık iftarlar, sahur sofraları? Şimdi sadece gecenin karanlığını yaran bir davul sesi var. Yalnızlık zormuş be. Evde her gün Osman’ı beklemeyeceğim diyordum. Bekliyorum.
Her şey o gün başladı aslında. Kendime “yapabilirsin” diyerek yakın markete gittim sabah vakti. Yarım saatte zor indim iki kat merdiveni. Ciğerlerim yetmiyor ama zorluyorum kendimi. Asansörü kapamışlar. Neden? Virüs varmış. Diz kapaklarım acıyor. Menüsküsüm mü ne, o yırtılmış. Öyle böyle yürüyorum o yolu. Ucuz markete gidene kadar daha çok zorlanıyorum.
Kasadaki kız beni tanıyormuş. Babasının öğretmeniymişim. Kaygıyla bakıyor gözlerime.
“Hocam ne olur oyalanma buralarda. Ne ihtiyacın varsa hızlıca al git,” diyor. Aşağıdaki çekmeceden de iki tane maske uzatıyor. “Bak bunları çift tak tamam mı? Eve dışardan kimseyi alma!’’
“Savaş mı çıktı bu ne Allah aşkına?” diyemiyorum.
Markete telaşla giren bastonlu adam bağırarak soruyor o sıra. “Kolonya var mı?” Kaldı mı, ben de alacaktım aslında. Evde iki şişe yedekte duruyor ama olsun. Biz yokluk zamanının çocuklarıyız.
“Amca bitirdiler valla. Kendime bile alamadım,” diyor kasadaki titrek kız.
Kocaman gözlerini daha da açmış, nerdeyse ağlayacak gibi. Haykırıyor resmen. Ama ben çok alınıyorum.
“Ya ne olur evinize gidin! Laf dinleyin biraz ya!” diyor.
Çok gücüme gidiyor. “Bu günleri de mi görecektim ben? Emekli öğretmen. Emek verdim ananıza babanıza. Azar mı işiteceğim bu yaşımdan sonra?” Onu da diyemiyorum.
Ürkmüştüm tabii, herkes gibi. Havadaki buluttan nem kapıyordum zaten. Nem bana iyi gelmez. Sol akciğerim bitmiş. Bir de bu virüs gelip çalarsa kapımı? Açmam vallahi açmam.
“Gelmez buralara abla. Sen zaten çıkmazsın sağa sola. Biz yapar geliriz alışverişini,” diyorlardı kardeşlerim. “Hayır,” diyordum, “kesinlikle hayır! Ben mağdur değilim. Hepsini kendim hallederim.”
Ne oldu Kıymet Hanım? Mağdur değilim dedin de, altmış beş yaş üstüsün. Mağdur ediverdiler seni işte. Güvercinlere de yasak kondu sanki. Pencereden ayrılmıyorlar. En azından onlar burada. Hapsedildik. Nerde o güzel günlerim benim?
Kim çekecek maaşımı şimdi? Kim ödeyecek elektriği, suyu, telefonu? Osman ölmese o da çıkamazdı ki. Güvercinlere mi vereyim ben şimdi ihtiyaç listesini?
İstemem o sonradan görme kapıcı bozuntusunu da. Her seferinde para istiyor. On liraya ağzını büküyor. O on lirayla bir ter önleyici alıverse ya kendine. Kurtlu kedi gibi kokuyor, olmaz olsun. Kızlarım gelir illaki. Antika arabalar gibiyim diyorum onlara. Beni garaja çektiniz. Gülüyorlar.
Neyse işte, evdeyim. Yasak geldi. Yirmi bir gün dışarı çıkmayacağız. Ne yapacağım? Nasıl yapacağım. Osman çağırıyor beni. “Gelmem,” diyordum. Ama yapayalnızım. Bir de her şey yasak. Çocuklarım bile bana yasak. “Osman gel artık al beni,” diyorum. Ben ne desem yapar, biliyorum. Gelecek yakında hissediyorum.
Kızım geliyor o akşamüstü. Damadımla beraber. Damat nasıl bir kelime, yıllarca istediğim erkek evladım o benim. Yine kucağına alıyor koca cüssesiyle. “Yorulma anne sen,” diyor. İstemiyorum. “Osman gelecek! Beni evimizden gelip alacak,” demek istiyorum. Diyemiyorum. Kızım harap olur. Kaldıramaz bunu. Bir ufacık valiz hazırlıyorum kendime. Biliyorum. Ev değiştiriyorum ben.
Kardeşim karısıyla beraber Osman’ın mezarına gitmiş. Yoldan arıyorlar beni. Soruyorum. “Deyin bakalım eniştenize yanına istiyor mu beni?” Kızım ön koltuktan başını çevirip ters ters bakıyor. Yine diyemiyorum, “Baban beni bekliyor,” diye.
Pencerede güvercinleri, arkamda evimi bırakıp düşüyorum isteksizce yola. Evime, tombul güvercinlerime elveda diyorum. Duymuyorlar bile.
Geldiğimizin hemen ertesinde hastanede alıyoruz soluğu. Kötüleşiyorum artık. Ramazan davulcusunun tokmak sesini duyuyoruz sabaha karşı. Nefes alamıyorum. Uyuyamıyorum da. Dinliyoruz kızımla. Kızım benim gibi. O da davul sesini duymak ister. Annemin öldüğü akşam da dinlemiştik beraber. Bu bir işaret. O bilmiyor daha.
Ertesi gece, gece yarısı olmadan kalbim duruyor. İzin vermiyorlar gitmeme. Oysa onlara şarkı bile söyledim ellerimin ayaklarımın şiştiğini anladığımda.
“Her şey bitmiştir artık yolumuz ayrılıyor,” dedim.
O hiç ölmek istemediğim yerdeyim şimdi. Konuşamıyorum. Ağzımda kocaman bir boru var. Evime gidiyorum. Biliyorum orada yasak falan yok! İster çıkarım ister çıkmam dışarı. Beni hayata zorlayan makinaların sesi yok. Ramazan davulcusu geliyor. Vuruyor da vuruyor tokmağı. Ben artık evime gidiyorum.
Editör: Melike Kara
- Buzsuz Olmaz Halit - 22 Aralık 2023
- Pense - 4 Kasım 2023
- Olamaz mı? - 10 Eylül 2023