Monoton hayatlarımızın ortasına düşen, şık giyimli bir ironi cümlesinin yaratacağı zelzeleye karşı alınacak bir önlem yok henüz: “Dönmeden nasıl görür insan? Hem dönmeyen ne kaldı? Bu insanların dünyanın döndüğünden haberleri mi yok acaba? Yollar da dönüyor. Çevir şu su şişesini bak, o da nasıl dönüyor.”
Döne döne… Döndükçe… Daha çok dönüp daha az savrulmayı başardıkça… Durma halindeki aksiyonu fark ettikçe… Korkularımıza sıkıca sarılmaya mola verme zamanı şimdi.
Sallandıkça paniklemeyi bırakıp sevdiğimizi, en çok da sevdiğimizi… Hayatta var olma nedenimizi koruma içgüdüsüyle uyanıyoruz. Kuvvetli metafor alarm gibi çalıyor. Gözlerimizi açtığımızda yüzümüzü kaplayan güneş değil, sarsıntı geçiren peşin hükümlerimizin dehşetle boyadığı karanlığın ta kendisi. Nihan Özkan önce sarsıyor. Derinden, kimi anlarda yürekten, bazense birbirinden kaçmaya alışkın korku ile acının izdüşümünden tabak dolusu koyuyor önümüze. Sonra tatlı tatlı kaşındırıyor zihinlerimizi. Evet. Nihan Özkan, üçüncü öykü kitabı Nasıl Yattıysam Öyle Kalkmadım ile âdeta düşüncelerimizin kıskıvrak depreme yakalanmasına neden oluyor. Panik yok. Çünkü kapalı alanda değil, görüp işitilenlerin üzerlerine çekilen yorganın altındayız. Kıymetli yazar, uykusuz kalmış gerçekleri kaleme alarak yüze çarpılmış soğuk su kadar keskin bir etki bırakmanın peşinde.
Nasıl Yattıysam Öyle Kalkmadım’ın, ilk iki kitabından farklı olacağının sinyallerini daha ilk öyküsünde veriyor Nihan Özkan. Yazarın külliyatını incelediğimizde başarılı betimlemeler ve zengin anlatım metotları hemen göze çarpıyor. Kelimelere takla attırmayı seviyor kıymetli yazar. Henüz kitapla tanışma aşamasında olan okur için “Hakikat Gölge”güzel bir özet sanki. Özkan klasiği olarak alışıldık biçimde psikolojik arka planı kuvvetli bir öykü. Ana karakterin yolculuğuna eşlik ederken ruhsal durumunu ve geçmişini derinlemesine hissediyoruz. Âdeta ilmek ilmek örülmüş, ufak parçalar bilinçli olarak yere düşürülmüş. İpuçlarını toplayıp bulmacayı tamamlamak elinizde. Fakat nedenselliğin bilinçli olarak boş bırakılması gözden kaçırılmamalı. Finalde ayakları yere basan öyküye terlik uzatmaksa tamamen okurun görevi.
“Yansıma Sessiz” ise güçlü çıkan bir ses, içimizde tuttuğumuz nefes gibi. Geçmişte bırakılmaya mahkûm, karanlık bir hikâyenin damarlardan aşağı süzülen kan damlacıklarına özenmesine benziyor. Anlatıdan ziyade konuşmayı tercih eden yazar ile onu işittikçe daha fazla hisseden okurun yüz yüze gelmesi durumu söz konusu. Hepsinden biraz ama bir o kadar da her şeyden oldukça fazla.
Sürekli “acaba” iç sesleriyle boğuşarak okunan öykülerden biriyse “Teselli Soğuk”. Sonundaki fiske, kısa öykü doğasını tamamlıyor. Kesik kesik öksürdükten sonra soranlara hasta olmadığını, sadece gece yatarken sırtının açıldığını söyleyip geçiştiren birini dinliyoruz sanki.
Kıymetli yazarın önceki kitaplarındaki öykülere en çok benzeyenlerden bir tanesi olarak “Avcı Av” göze çarpıyor.Erkek şiddeti mağduru bir kadının geçmişle hesaplaşmasına tanıklık ettiğimiz öyküde, duygusal anlatımın ön plana çıktığı, acının şekil ve biçim değiştirdiği yerde açıyoruz gözlerimizi. Derisi örselenmiş bir yüzle bakıyoruz hayata. Evet. İntikam çok güçlü bir his. Ama ondan da öte, bazen ironik derecede komik de olabiliyor. Belli ki namümkünü rüküş kıyafetlerle okurun beğenisine sunarken, iki kere düşünmemizi talep ediyor Nihan Özkan.
“Sızlama Derin”e gelirsek, şehirli kadınların yalnızlığını anlatan öyküler kategorisinde diyebiliriz. Evli, çocuklu ya da çocuksuz. Eşinin hâlâ annesinin oğlu olma alışkanlığından sıyrılamamasını, ona ikinci anne unvanıyla kol kanat gererek bertaraf eden kadınlardan olmak istemeyen birinin ağır ağır kayboluşunu seyrediyoruz. Sırasıyla yaşanan bir unutuş bu. Evvela anne olma içgüdüsünün, sonra da kadınlığın kayboluşu gözler önünde. Kadının gitmeye karar verdiğinde bile anlaşılmaktan hâlâ çok uzak olduğunu fark etmesi de cabası. Bu öyküde biraz toplumsal dokunuşa ihtiyaç var gibi geldi bana. Belki zamanın bütünselliğini bozmadan, arka planda herkesin hafızasında yer etmiş bir argüman gelip geçseydi, öykünün bireysel coşkusu iki misli tat verebilirdi diye düşünmeden edemedim. Naçizane öneri.
“Yol Bulanık”, güçlü metaforlarıyla okurunu düşünmeye sevk eden bir başka öykü. Cenin ve hamur gibi iki büyük sembolün altı eşelendikçe ve derine gittikçe hep bir katman daha çıkıyor karşımıza. Sürekli duygu değişiminin hüküm sürdüğü hikâyede yaratma, doğurma, doğana şekil verme ve pişme öncesi hep bekleme evreleriyle boğuşuyoruz. Nihan Özkan’ın çizgisinin farklılaştığı çalışmalardan biri olarak parıldayan bir hikâye olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kitabın en özgün öykülerinden biriyse tartışmasız “Minör Majör”. Kullanılan metaforun gücü, dört sayfanın her paragrafında kendisini fazlasıyla hissettiriyor ve her seferinde “Ne kadar da doğru” dedirtiyor. İnsana ve topluma dair başarılı tespitlerin üstleri bu kadar güzel kapatılır ve ilginçlik bu denli şaşırtıcı biçimde sağlanırsa, ortaya tadından yenmez bir öykü çıkması kaçınılmaz. Özellikle kısa öykülerde bence en isabetli yol bu. Okuru düşünmeye, tartışmaya ve her gün görüp sürekli işittiği şeyleri farklı biçimlerde teraziye koymaya iten metinler daha fazla yazılmalı. “Minör Majör”, dört sayfaya sığsa da en az kırk sayfalık bir anlatı olarak dimağlarda bambaşka bir tat bırakıyor.
Sonrasında ismini etiket gibi taşıyan “Döngü Kaotik” ve “Aşk Acı” öyküleri, Özkan külliyatından belirgin izler taşıyan metinler olarak köşelerine çekiliyorlar hemen. Travmalar, iç içe geçmiş hesaplaşmalar, kadın meselesinden önce genç kız olabilme sorunsalına kök salmış karanlıklar… Annelik ve eşlik arasında sıkışıp kalmış kadının yalnızlığı… Buram buram ölüm kokusu bir yanda, doğumla ölüm arası endişe diğer yanda. Büyüyen çocuklar mı sahiden yoksa onlara eşlik etmeye çalışan ebeveynlerin duyguları mı? Kırmızı renkle dolup taşıyorsunuz bu öyküleri okudukça.
“Zaman Kambur” ise tam bir Nihan Özkan klasiği. Ben diliyle yazılmış eser, kurgusal evrene tıkılmadan, iç dökme rahatlığıyla ve süratli anlatımıyla göze çarpıyor. İçinde birikenleri yokuş aşağı yuvarlamayı seven kadın karakterleri, kıymetli yazarın öykülerinin her zaman parlayan yıldızı niteliğinde.
Biraz sarsıcı hikâye olarak “Acı Ritmik” kitabın havasını değiştirmekle görevlendirilmiş. Travmatik sonu sürprizli biçimde saklaması, tam bir yazar hüneri. Evet. Bazen acıyla besleniyor insan. Bazense acıyı inkâr ediyor, tükürüp atıyor vücudundan dışarı. Kim bilir belki de seçme şansımız hiç olmadı. Yoklukta elimizde kalanları sıraya soktuk sadece. Hikâyenin hepsi bu kadar. Ötesi berisi yok.
Nihan Özkan’ın değiştiğini, özellikle konu seçimlerinde artık kadın odaklı bakıştan uzaklaştığını sezebildiğimiz, insanın karanlık yönüne doğru dürüstçe uzanış sergileyen, çok başarılı bir kitap olarak karşımızda duruyor Nasıl Yattıysam Öyle Kalkmadım. Dönmenin sarsıcı etkisinden sıyrılıp durma halindeki aksiyonunu fark edenlere tavsiyemdir. Keyifli okumalar dilerim.
Editör: Melike Kara
- Durma Halimizdeki Aksiyon - 17 Aralık 2025
- Bitmeyen Savaş Gibidir Ayrılıklar Barışsa Mutlaka Ölümlere Bakar: Sonsuzluk Kapanı - 26 Kasım 2025
- Kötü Olan Her Şeyle Ateşkes: Kulübedekiler - 26 Ekim 2025
