Günümün nasıl geçtiğini sorar hafifçe dudaklarını aralayan rüzgâr. Sonra kapımın göğsünden içeri dolar telaşla. İyice savunmasız bırakır kalp atışlarımı. Düşlediği şey aşk, düşündüğü şeyse paylaşmaktır sadece. Öyle ya, âşık biri, neden kendisini savunsun ki? Anlatamam o güzel bakan gözlere, onu sevmeye hevesli birisinden daha korkunç bir şey olmadığını yeryüzünde. Anlatamam onu koruyacak kadar ömrümün ve geçmişi unutacak kadar sabrımın kalmadığını. “Olsun,” diyebilecek kadar benim, “Olmasın,” dediğim kadarsa mutluluğundur o. Sonra kapı kapanır usulca. Ben evde, sevdiğimse hep içimde kalır.
Gururlu ve cesur bir şairin ruhuna tercümanlık etme uğraşım boşuna aslında. Cyrano de Bergerac, romantik ve sürükleyici hikâyesiyle oyunun kalbini oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda sahneyi dolduran ruhuyla onu seyredenlerin gönlünü fethediyor. İki perdelik süre zarfında izleyicileri bir duygudan diğerine bazen merdivenle, bazen asansörle, kimi anlardaysa trambolinle taşıyor. Ve yolculuk, “Gidilecek yol olmadan çok daha güzelmiş,” dedirtiyor.
Edmond Rostand’ın ölümsüz eserini, Steve Martin başarılı bir uyarlama ile Roxanne adı altında 1987 yılında beyaz perdeye taşımıştı. Kıvamında, tatlı sert bir filmdi. Ancak öykü şimdi, gerçek dokusuna sadık kalınarak tiyatro sahnesinde bizlerle buluşuyor. Üstelik yönetmen koltuğunda Ant Aksan gibi bir tecrübe oturuyor ve yardımcısı olarak hiperaktif oyuncu Elif Arslan ona eşlik ediyor. Neresinden bakarsanız bakın, kışkırtıcı bir davet sayılır bu.
On parmağında on marifet olan Cyrano de Bergerac, güçlü bir kahraman figürü olarak karşımıza çıkıyor. İnce ruhlu ve düşünmeden şiir yazabilen etkileyici kişiliğini kalın bir zırhla çevrelemeyi başarmış. Aynı zamanda güçlü, çevik, yenilmez bir kılıç ustası ve zalimlerin karşısında her koşulda durabilecek kadar da cesur. Emrindeki askerleri de asla taviz vermediği gururuyla başarı biçimde yönetmesini çok iyi biliyor. Ancak her insan gibi onun da yumuşak bir karnı var tabii ki. Fiziksel kusur olarak aşırı derece uzun olan burnu dikkat çekmeyecek gibi değil. Onu gören herkes için başlı başına bir alay konusu olan burnu için kurulan bütün cümleleri kendine has üslubuyla bertaraf etmeyi başaran Cyrano, bir tek sevdiği kadının karşısına çıkmak isterken burnunu handikap olarak görüyor. Ondan utanıyor ve bu kusurun, sahip olduğu bütün üstün özellikleri yok edecek kadar onu çirkinleştirdiğine inanıyor.
İşte böyle başlıyor hikâye ve sevdiği kadın mutlu olsun diye kendini bir kenara atmaktan asla çekinmeyen kahramanımız, aşkı için olağanüstü lirik bir mücadeleye girişiyor. Bu esnada elinden düşürmediği şeylerin başında cesareti ve gururu geliyor. Aşk böyle değil midir zaten? Birini sevip ona aşkla teslim olurken karşılık beklersek, bunun adı alışveriş olmaz mı? Gerçek aşkın sesi, yalnızca kalplerde işitilir. Dudaklar tercümandır, kulaklar da elçi. Gözlerse bu sesi omzunda taşıyan gönüllü birer serseri.
Aşkın nedenlerden arındırılmış halini, hissedilir bir mahcubiyetle bizlere hatırlatan Cyrano de Bergerac, kâh güldürerek kâh heyecan vererek, yüksek tempoyla peşinden koşmanızı sağlayan bir oyun. Yeri geldiğinde fedakârlığın da sevdaya dâhil olduğunun altını çizerken, insanların fiziksel kusurlarından utanmak yerine, duygularına sahip çıkarak şeffaf bir hayatın içinde daha fazla mutlu olabileceklerine işaret ediyor. “Keşke,” diye iç çekiyorsunuz sahnede büyüyen insani durum karşısında. “Keşke insanlar duygularını hiç saklamasa.”
Cyrano de Bergerac rolünde devleşen Mehmet Duran’ı izlerken büyülendiğimi özellikle belirtmeliyim. Uzun zamandır sahneyi bu kadar domine eden bir performansa tesadüf etmemiştim. Her anın hakkını yüksek enerjisiyle veren Mehmet Duran, öyküyü resmen sırtına almış taşıyor. Esasında çok sayıda karakterin olduğu bir oyunda, tek kişinin performansının bu kadar belirleyici biçimde ön plana taşınması ciddi risktir. Ancak oyuncu da bunun üstesinden kusursuza yakın biçimde gelebiliyorsa, alınan risk büyük bir mükâfat olarak döner ve o geceki performans hafızalara taşınır. Daha evvel de seyrettiğim Mehmet Duran, bu kez Cyrano de Bergerac’da tam anlamıyla kendini bulmuş. Nasıl ezberlediğine inanamadığım on dakikalık tiratlar da bile zorlamadan eser yok. Kendi sınırını çizerek, çok doğru bir iş çıkarmış.
İkinci olarak öveceğim kişi ise Madina Çokuapha. Cyrano de Bergerac, epey sahnelendikten sonra oyuncu değişikliği ile üzerine aldığı sorumluluk ve kısa süre içerisinde sağladığı uyum alkışı hak ediyor. Özellikle belli bölümlerde sadece gözleriyle oynamayı başarması çok etkileyiciydi. Üstelik espri satması gereken yerlerde hep doğru biçimde hareketlendi ve aldığı kısa aksiyonlarla diyalogları yukarıya taşıdı. Sevdiği adamın ismini zikrettiği bölümlerde şakayı adeta yoktan var ederek herkesi güldürdü.
Parantez açamam gereken kişilerde Fırat Turgut’u es geçemem. Zira çok etkili oynadı. Kısa sahneleri iyi doldurdu ve temponun yükselmesinde Mehmet Duran’a yardımcı oldu. Genel anlamda bütün yan roller uyumlu gözükürken, Kübra Kara’nın sivrildiğini ve sempatik duruşuyla bir adım öne geçtiğini de belirtmeden edemeyeceğim. Genç, sahne enerjisi yüksek ve potansiyeli olduğunu avazı çıktığı kadar bağıran bir oyuncu. Ayrıca kalabalık ekibin tamamı, tabiri caizse ‘voltran’ oluşturdu. Rollerinin süresini önemsemeden büyük bir ciddiyetle öyküyü zenginleştiriyorlar. Herkes dengeliydi, rolünün hakkını verdi ve geceyi keyifli kıldı.
Olumsuzluk olarak algılanmasın ama seyirci olarak küçük bir beklentim vardı kuşkusuz. Cyrano’nun sufle verdiği, âşık olduğu kadın mutlu olsun diye duygularını adeta kiraladığı adamın arka planının biraz zayıf kaldığını söyleyebilirim. Düşündüğünü pat diye söyleyen, kaba, ağzı hiç laf yapmayan ama çok yakışıklı olan jönümüz, oyun içerisinde ciddi bir dönüşüm geçiriyor. Ve bu kırılma çok ani oluyor. Dolayısıyla ona dair daha fazla bilgi edinmek isterdim. En basit örnekle, karakterin geçmişinden birkaç cümlelik bir anı bile, ondaki hızlı dönüşümü ve aydınlanmayı bize açıklardı. Bu nokta biraz gelişirse, bence oyun çok daha başarılı olur.
Her şey bir yana, Cyrano de Bergerac iki perde boyunca eğlence, heyecan, biraz gizem, bolca tutku ve ciddi bir duygu koşturmacası vaat ediyor dersem, mübalağa etmiş olmam. Özellikle final sahnesi sürprizlerle dolu. Görsel olarak çok estetik bir zenginlikle desteklenen bu sahne, duygusal olarak da zirve yapıyor. Kendinize bir iyilik yapın ve bu oyunu kesinlikle kaçırmayın, derim.
İyi seyirler.
Editör: Çisem Arslan
- Sakinler – Hande Ortaç - 27 Ağustos 2024
- Herkes Kocama Benziyor - 24 Mayıs 2024
- Cyrano de Bergerac – Tiyatro Peron - 1 Mart 2024