Normal bir hayatın başında, henüz çocukken 1937 yılında Stalin repsesiyası ile birlikte Moskova’da ki okulunu ve yaşamını yarıda bırakıp annesi ve kardeşleriyle birlikte Kırgızistan’a dönmek zorunda kalır Cengiz Aytmatov. O günden sonra çocukluk, onun için geride kalmış bir anı olur sadece. Henüz on dört yaşındayken ciddi görevler üstlenerek çalışmaya başlar.  Üniversiteyi Tarım Enstitüsünde okur ve oldukça başarılı bir öğrencidir. Bu sıralarda ilk öyküleri yayınlanmaya başlar. Üniversiteyi bitirip mastır yapmak istediğinde, babasının siyasal sürgün olması hasebiyle talebi reddedilir. Bu reddedilişin ardından Aytmatov dünya edebiyatına kazandırdığı o müthiş eserleri birbiri ardına sıralamaya başlar.

Onun hayatını ve tüm detaylarını anlatmak neredeyse bir kitaplık iş olduğu için ben size, beni en çok etkileyen yönlerinden bahsetmek istiyorum. Aytmatov eserlerini genellikle üç temel ana unsur üzerine kurmuştur. Bunlar; aşk, gerçekçilik ve sembolizmdir. Yazarın aşkı tarifi klişe duygusallıktan çok uzaktır. Ancak öyle bir anlatımı vardır ki, insan boğazının düğümlenmesine, eli kolu bağlı bir çaresizlik hissetmesine, okumaya ara verip derinden bir iç çekmesine engel olamaz. Louis Aragon’un ‘’Cemile’’ öyküsünü, Romeo ve Juliet’in önüne koyması bundandır. Cemile; içinde aşk sözcüklerinin geçmediği gerçek bir aşk hikayesidir. Burada bir parantez açarak Aytmatov’un aşk için yaptığı basit bir tanımdan söz etmek isterim. ‘’Aşk, insanın layık olması gereken bir lütuftur der.’’ Ve bu beni her defasında bir miktar duraklatır.

İkinci ana unsur gerçekçilik ise, yazarın aşkı anlatım biçimini de kapsayacak şekilde; Kırgız halk destanları ile Rus edebiyatının realist akımını harmanlamasıyla ortaya çıkardığı, abartıdan uzak fakat anlatılmak istenenin tam anlamıyla aktarıldığı sahici anlatım biçimidir. Roman ve öykülerini çoğunlukla kadın ve çocuk kahramanlar üzerine kurar. Kadını problem değil gerçek bir kahraman olarak görür ve çocuğu bir birey olarak ele alır. Aytmatov eserlerinde vermek istediği mesajı semboller üzerinden açıklar. İyi ve kötü, adalet ve kayırma, doğru ve yanlış gibi kavramlar kişilere mal edilmiş baskın özellikler değildir. Bunları ancak alt metinlerde fakat güçlü bir biçimde görürüz.

Aynı zamanda insanın siyah ve beyaz gibi çok keskin kavramlarla ayrılamayacağını, çok daha karmaşık bir algoritmaya sahip olduğunu; Selvi Boylum Al Yazmalım filminde  Asya, iki erkek arasında kalırken, Gün olur Asra Bedel romanında Yedigey, Zarife’ye aşık olurken, Cemile öyküsünde Danyar ile Cemile birlikte köyden kaçarken görürüz. Görürüz ve hiçbirini duyguları, aynı zamanda seçimleri için suçlayamayız. Çünkü iyilik ve kötülük, doğruluk ve yanlışlık sizin nereden baktığınıza bağlı olarak değişir.

Sembolizmden bahsederken dünya edebiyatına Cengiz Aytmatov’un kazandırdığı ‘’Mankurt’’ kavramından da söz etmek gerekir. Birçok eserinde özüne yabancılaşan, boyunduruk altına girmiş, sahibi için düşünmeden her şeyi yapabilecek olan ve kimliğini kaybetmiş mankurtlardan bahsedilir. Aytmatov bu tanımla sistemi ağır bir şekilde eleştirir ve kendi seçimleriyle mankurtlaşanlar da bu eleştiriden nasiplerini alırlar.

Cengiz Aytmatov yaşadığı süre zarfında, ait olduğu milletten, coğrafyadan, doğru bildiklerinden edebiyat yoluyla korkusuzca bahsetmiştir. Her eseri okunmaya değer, okuyanın kişisel tarihine ekleyeceği kazanımlarla doludur. Bu kısma kadar sabır gösterip okuduysanız inceleme yazımı onun sözleriyle sonlandırmak isterim. ‘’Bana göre edebiyatın görevlerinden birisi, her toplumun tarihi gelişimi içinde geçirdiği tecrübeyi sanatkarane bir biçimde yansıtması ve böylece geçmişin ışığı altında yeni tarih gerçeğini takdir edebilmesidir.’’

Visited 12 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version