Aslında bütün cinayetler ve savaşlar, bilindik bir ayrılık hikâyesi değil midir? Âşıkların değil, birbirine yabancı ve müdahale etmeyenlerin sessizlikten vazgeçişiyle başlar şiddet arzusu. Hani silahlara sarılmadan önce menfaatler karşı karşıya gelmemiştir, denir ya… İşte bu bir başınalık yalnızca ülkeleri, toplulukları veya grupları özgür hissettirmez. Aynı zamanda toplumun en küçük taneciği olan bireyi de duygularını seçme konusunda serbest bırakır. Ama bir kere ok yaydan çıktıysa eğer; artık insanlar için duyguların, topluluklar ve şirketler için eylemlerin, ülkeler içinse anlaşmaların bir önemi kalmamıştır.
Yıllardır polisiye edebiyatımızın pek çok dalında gerek yazar gerekse jüri olarak emek vermiş olan Selin Bak, nihayet ilk romanı Sonsuzluk Kapanı ile okurlarına merhaba, dedi. Türünün polisiye olması yanıltmasın. Eline silah ya da bıçak alıp önüne geleni öldüren bir seri katil kurmacası değil karşımızda duran. Kitap, çocukluk travmaları ya da başına gelen kötü hadiseler yüzünden psikolojisi bozulan birinin bireysel sorunlarıyla cebelleşmesine tanıklık etmemizi de vaat etmiyor. Bilakis güncel, toplumsal, hatta evrensel olanın peşinde. Büyük resimde çokuluslu şirketlerin devletin derin noktalarına etkisini mercek altına alan Bak, küçük resimde de insana dönmeyi ihmal etmiyor. Bu noktada Sonsuzluk Kapanı için, bir ölçüde hepimizin yaşamsal kesitinden derin izler taşıdığını söyleyebiliriz. Yazarın dikkat kesilmemizi istediği yerde bireyi aşan, hayatını çevreleyen gaddar ve erişilmez çıkar kümeleri mevcut. Tabii dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta, biraz da Sezen Aksu’nun şarkısında ufalanan birkaç kelimenin beynimize hükmetmesi gibi: “Masum değiliz. Hiçbirimiz…”
Çağımızın gerektirdiği değişimlere gözlerini kapatmamış, özellikle yeni jenerasyon okur kitlesinin beklentilerini karşılayacak bir konu seçiminde bulunmuş kıymetli yazar. Kitap, pek çok alanda değişim, dönüşüm ve gelişime cesaretle açıyor kollarını. Alışıldık “Katil acaba kim?” oyunları yerine, yüzünü geleceğe dönmüş, sırtını teknolojiye dayamış kurgusuyla birçok karmaşık ve toplumda kaygı uyandıran yaraya parmak basmakla meşgul. Gelecekte bizleri neler beklediği yönündeki endişelerimizden hazırladığı kötülük iksirini kulaklarımızdan içeri düşürmesiyse tam da Selin Bak ustalığına yakışır düzeyde.
Beklenmedik bir anda şehrin muhtelif yerlerinde kaybolan insanlara odaklanarak başlıyor hikâye. Merak uyandırıcı girizgâh, kanlı cinayetler umarak kitaba sarılan okurları silkelemek adına oldukça isabetli. Kitap, yüksek tempo vaat ettiğini daha ilk bölümden belli ediyor. Sosyal içerikli bir polisiye romanıyla karşı karşıya olduğumuzu, Başkomiser Asya ile tanıştığımızda anlamak zor değil. Çünkü çizdiği profil bir yandan özgür ve güçlü kadını temsil ederken, diğer yandan çevresinde olup biten toplumsal olaylara gözlerini ve kulaklarını kapatmadığının, gerektiği an bireysellikten kolayca uzaklaşabildiğinin altını çiziyor. Öyle ki, yeri geliyor, sıradan diye nitelendirilebilecek ufacık bir detayı gözlemleyerek, derinlemesine analizler çıkaracak güce ve şevke sahip olduğunu cömertçe sergilemekten çekinmiyor. Gözünü budaktan sakınmayan kadın, çevresine karşı oldukça duyarlı ama söz konusu kendi özgürlüğü olduğunda umursamaz biri.
Hemen yanına konuşlanmış Komiser Çetin’in zıt özelliklere sahip olması ise bütünü tamamlıyor. Genç adamın kırılgan ve daha çok bireyselliğe dönük ruh haliyle harmanlanan ikili, kısa zamanda dallanıp budaklanan kayıp vakalarının peşine düşerken, hayal edemeyecekleri kudrette bir organizasyonla karşı karşıya kalıyorlar. İşte her şey de bu noktadan sonra başlıyor ve gittikçe daha fazla merak uyandıran bir hal alıyor.
Metin hareketli, kurgu sağlam ve bulmaca titizliğiyle örülmüş. Olaylar peş peşe patlak verirken, eninde sonunda hepsinin birbirine bağlanacağını okuruna, daha hikâyenin başında sezdiriyor Bak. Üstelik kıymetli yazarın dikkatimizden kaçmaması için birkaç detayın altını çizme biçimi de polisiye öykülemedeki düğüm atma işleminin başarılı bir örneğini oluşturuyor. Hatta buna güzel bir örnek olan çöp tenekeleri detayı, kitabın başlarında gizem örtüsünde ışıl ışıl parıldadığı için, belki de ilerleyen sayfalarda bir müddet okura unutturulabilirdi de.
Diğer yandan merak unsuru hep başköşede diyebiliriz. Kıymetli yazar evvela bilinmezlik örtüsünü kullanarak ve geri planında boşluk bıraktığı karakterlerin sorunlarını hissettirerek okuyucu tatlı tatlı kaşıyor. Kafalarda olası senaryolar dönüp dururken, tempoyu da gaza hafiften yüklenerek yukarı çekiyor. Ana hedefinin okurun bir katilin kimliğine odaklanması olmadığını, toplumun her zerresini etkileyen sorunsalları taşın altından çıkararak aşikâr kılıyor.
Dil kullanımında ise yalınlıktan yana Selin Bak. Bir sonraki sayfaya geçebilmek için sabırsızlanan okura of çektirmeyecek sadelikte bir dil kullanıyor. Betimlemeler ve kelime oyunları kullanmak yerine daha görsel ve hafızada kalması kolay sahnelere odaklandığını görüyoruz. Biçimsel olarak ise alışılmışın dışına çıkmamayı, polisiyeseverlerin iyi bildiği anlatım yöntemleriyle ilerlemeyi tercih ettiği söylenebilir. Kitap bu yönüyle de yoruculuktan hayli uzak. Yazarın heyecan unsurunu, anlatım metodunun önüne koyması sayesinde çabuk okunur bir kitaba dönüşüyor Sonsuzluk Kapanı.
Diğer taraftan Tess Gerritsen’in tıbbi bilgilendirme tutkusu ile Stieg Larsson’un teknolojik tarafını harmanladığını da es geçmemeliyiz. Özellikle buram buram laboratuvar ve hastane kokusunu ciğerlerinize çekerken, lateks eldivenlerin dokusunu ve ses çıkarmayan neşterin keskin ucunu gözlerinizin önüne getirecek kadar yaşayacaksınız hikâyeyi. Tüm detayları hissedilir kılabilmek için büyük bir yazar işçiliği vermiş Selin Bak.
Suçu ve şiddeti, nedenselliğe bağlamakla yetinmeyip teknolojiyle uyumlu amaçsallıkta mantıklı bir çerçeveye oturtan yazar, bizleri kedi-fare oyunu yerine görünen, hemen hemen her gün haberlerde işitilen olayların arkasına gizlenmiş gerçeklere götürüyor. Bu açında suç bilimini yaratılmış bir katilden ziyade, katilleri üreten fabrikalara ışık tutması için kullandığının altını çizebiliriz.
Özetle kendisine, masumiyetin psikolojik evrelerden geçirilerek sınandığı pek çok polisiye öyküden farklı bir yol haritası çizen Sonsuzluk Kapanı, ismi gibi ulaşılması ve uzlaşılması zor olana, başa çıkılmaz görünen güçlü zalime savaş açıyor. Savaş ve cinayet demişken… Başladığımız yere geri dönüyoruz: “Aslında bütün cinayetler ve savaşlar, bilindik bir ayrılık hikâyesi değil midir?”
Sizleri Başkomiser Asya’yı tanımaya ve Hollywood dilinden uzaklaşıp ülke gerçekleriyle yüzleşmeye davet ediyorum. Keyifli okumalar dilerim.
Selin Bak, Sonsuzluk Kapanı, Oğlak Yayınları, 2025.
Editör: Melike Kara
- Bitmeyen Savaş Gibidir Ayrılıklar Barışsa Mutlaka Ölümlere Bakar: Sonsuzluk Kapanı - 26 Kasım 2025
- Kötü Olan Her Şeyle Ateşkes: Kulübedekiler - 26 Ekim 2025
- Aniden - 15 Ocak 2025
